ÇALIŞMA YAŞAMINDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ RAPORU
*Bu metinde Mühendislik tanımı, mühendis, mimar ve şehir plancılarını ifade etmektedir.
Mühendislik, maddi hayatın üretim sürecinde gelişen işbölümünün, çağdaş anlamda da sanayi devriminin doğurduğu bir meslektir. Bilimsel yöntemi ve bulguları maddi hayatın üretimine uygulayan mühendislik, aynı zamanda emeğin entelektüel ve fiziki ayrımının da başlangıcıdır.
Türkiye'de mühendislik, sanayi devrimini yakalamış olan ülkelerden çok sonra yaygınlaşmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen kalkınma girişimlerinde yer alan ve sayıları yetersiz olan mühendisler, 2. dünya savaşı sonrasında ülkemizi emperyalizmin merkez ülkelerine her geçen gün daha bağımlı hale getiren politikaların olumsuz etkisinde kalmışlardır. Sayıca çoğalan mühendisler, ayrıcalıklı konumlarını hızla yitirirken, dünyada ve ülkemizde yükselen sınıf mücadelelerinin de etkisiyle, 1970'lerde sorunlarının halkın sorunlarından ayrılamayacağı anlayışına ve emekçi kimliklerinin bilincine varmışlardır. 12 Eylül darbesiyle merkez ülkelere iyice pekişen bağımlılık ilişkileri içinde ülkemizin siyasi iktidarları, uluslar arası tekelci sermaye sınıflarının ve onların yerli uzantılarının çıkarlarına bütünüyle teslim olarak, esasen yeterli olmayan sanayileşmeyi, bilim ve teknoloji geliştirmeyi tamamen bir yana bırakmıştır. Artık iktidarların ekonomik politikalarının temelini ucuz işgücü ve doğal ve kültürel kaynaklarımızın hızlı ve kuralsız tüketimi oluşturmaktadır.
Mühendislik tarihsel gelişim içerisinde tasarımcı, planlamacı ve projeci özelliğini kaybetmiş ve mühendisler proleterleşmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde kapitalizmin nitelikli işgücü ihtiyacı giderek azalmakta ve mühendislik eğitimleri giderek önemsizleştirilmektedir. Eğitim kapsamları daraltılmakta, kalitesinde düşüşler olmakta ve özellikle mühendislik alanı sürekli bölünerek, yapılacak işin sadece bir kısmını bilen ve diğerleri olmadan işin bütününü yapamayan, sınırlı bilgiye sahip tabakalar yaratılmaktadır.
Buna karşılık geniş yığınların eğitimi, piyasa ekonomisi açısından önemli bir ticaret alanı haline gelmiştir. Türkiye’de mühendislik eğitimi ve üniversite – piyasa ilişkileri pazarın bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Devlet üniversiteleri giderek ticari şirketler haline dönüşmekte, çeşitli paralı eğitim modelleri uygulanmaktadır. YÖK’ün kuruluşundan itibaren öngörülen eğitim ticareti modelleri adım adım hayata geçirilmekte ve eğitim sistemi AB ve DTÖ tarafından tasarlanan ticari kurallara uygun yapıya dönüştürülmektedir. Piyasaya iş yapan eğitimcinin, öğrencisini potansiyel rakip gördüğü bir tabloda, eğitim kalitesi ticari değeri ile ölçülmekte, üniversiteler bilimsel gelişme için değil de pazar değerini arttırmak için ellerinden geleni yapmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de üniversiteler bilim - teknoloji üretimi ve yeni insan yetiştirme amacı taşımamakta, ne ve kimin için eğitim hizmeti verdiğini hiç değerlendirmemekte, toplam kalite yönetimi, akreditasyon, düşük nitelikli eğitim sonucu yaşam boyu öğrenme ile ticari süreklilik sağlama çabaları gibi yöntemler ile bütünüyle serbest piyasa ekonomisi ile bütünleşmeye çalışmaktadır. Emperyalist ülkelerin diplomalarını sunmakta, şirketler için ucuz işgücü yetiştirecek bölümler açmakta, uzaktan eğitim araçları ile donanarak dışardan eğitim hizmeti satın alma yatırımları yapmakta hiçbir rahatsızlık duymamaktadır.
Oysa eğitim, bireyin kişisel gelişimini engellemeyen, kendini ve toplumu aşmasını sağlayan, toplumsallık anlayışının ve bilginin ön plana çıktığı, çok kültürlülüğü, örgütlü olma bilincini, sınıf mücadelesi, emek-üretim-sermaye ilişkisini kavrayan ve bilgisini kar ve sömürünün optimizasyonu için değil, insanın ve doğanın hizmetine sunan nesiller yetiştirmeyi hedeflemelidir.
Bu koşullar mühendisleri, emekçi sınıfların ve kendilerinin refahı için çalışmaktan alıkoymakta, onları açık ve gizli işsizliğe, meslek dışı çalışmaya, düşük gelir düzeylerine ve mesleki tatminsizliğe sürüklemektedir. Bu olumsuz koşulların, siyasi iktidar sermaye sınıflarının ellerinde olduğu sürece ortadan kalkmayacağının bilincinde olan mühendisler, bilimin ve teknolojinin emekçi sınıfların hizmetine sunulmasının da, sömürünün ortadan kaldırılmasının da ancak, bütün emekçi sınıfların ortak mücadelesi ile kazanılacak siyasi iktidar ile mümkün olacağının da bilincindedirler.
Ücretli ve İşsiz Mühendis Mimar ve Plancılar Kurultayına giderken, oluşturulan atölyelerden Atölye 7’nin konusu olan “Çalışma Yaşamında Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri”ni belirlemek amacıyla alan çalışmaları yapılmıştır. Bu kapsamda, teknik elemanların yoğunluklu olduğu Çevre ve Orman Bakanlığı, DSİ, İller Bankası ve birkaç özel sektör pilot alan olarak seçilmiştir.
Yapılan alan çalışmalarının sonuçları değerlendirildiğinde aşağıdaki veriler elde edilmiştir.
1- Ülkemizde mühendis, mimar ve plancılar mesleklerini yapamamaktadırlar. Bugünkü bağımlılaştırılmış yapısıyla Türkiye’de mühendis, mimar ve plancıları bekleyen gelecek, işsizlik, mesleki alanların dışında istihdam ya da gerçek anlamda mesleğini icra edememektir. Bu durum, özelleştirmelerle ve emperyalistlerin tercih ettiği iş bölümüyle çok yakından ilgilidir.
2- Kamu kurum ve kuruluşları, kuruluş amaç ve vasıflarını yitirmiştir. Özellikle 1980 sonrası hızını artıran liberalleşme politikaları doğrultusunda uygulanan vasıfsızlaştırma politikası ile planlama kavramı anlamını yitirerek teknik hizmetleri önemsizleştirmiş ve aynı zamanda bir dönemin üretken olarak tanımlayabileceğimiz teknik elemanlarını “üretmeyen, atıl” elemanlar konumuna savurmuştur. Bir nevi “evrak memuru” konumuna getirmiştir.
3- Kamu kurum ve kuruluşlarının hantallaştırılarak özelleştirmelere meşruiyet sağlama çabaları ile birlikte hemen hemen her hizmet taşeronlaştırılmış, böylece başta teknik elemanlar olmak üzere tüm emekçiler açısından istihdam alanı daraltılmıştır.
4- Kamu Kuruluşlarında çalışan teknik personelde emeklilik oranı artarken yeni personel alımı ya kısıtlanmıştır ya da alınan personel “sözleşmeli personel” gibi iş güvencesinin olmadığı farklı bir statüde çalıştırılarak, yönetim baskısı altında her türlü kamu zararı projelerin onaylatılabilmesi kolaylaştırılmıştır.
5- Özellikle 1991 yılından günümüze kamu kuruluşlarına personel alımının durdurulması ya da kısıtlanması sonucu, teknik elemanlar açısından üretim için bir zorunluluk olan “usta-çırak ilişkisi” tahribata uğramıştır. Böylece hizmetlerde süreklilik ilkesi ve kamu yararına toplumsal planlama, üretim ve hizmetler arasındaki bağ kopmuştur.
6- DSİ de hemen hemen tüm hizmetler taşeronlaştırılmış, mühendis, mimar ve plancılara sadece kontrol mühendisliği yaptırılıyorken, 2009 Ağustos atında Resmi Gazetede yayımlanan ve 2010 Ocak ayı itibarıyla yürürlüğe girecek olan “Su Yapıları Denetimi Hizmet Yönetmeliği” ile artık kontrollük hizmetlerinin de taşeronlaştırılmasıyla DSİ’de çalışan kamu emekçisi teknik elemanların, iyiden iyiye işsizleştirileceği, atıl hale getirileceği düşünülmektedir. Hizmetlerin taşeronlaştırılması aslında bir nevi “üzeri örtülü özelleştirme” olarak adlandırılabilir.
7- Teknik elemanlar açısından üretim yapmak çok önemlidir. Çünkü üretim= hak arama mücadelesidir aynı zamanda. Emekçiler hak arama mücadelelerinde “üretimden gelen gücünü” kullanırlar. Ancak, liberal politikaların uygulayıcısı siyasi iktidarlar, planlamayı önemsizleştirerek, teknik hizmetleri ve teknik elemanları önemsizleştirmekte, çalışanlar üzerinde baskı yoluyla (sürgün, sicil notu) yaptırımlar uygulamakta, aynı zamanda örgütlenme ve hak arama mücadelesine engel oluşturmaya çalışmaktadırlar.
8- Aynı kurumda aynı işi yapan farklı statüde çalışan teknik elemanlar arasında özlük haklarında da çeşitli farklılıklar yaratılmakta, iş bölümünde, yetkilendirme, liyakat, deneyim vb. yerine farklı özellikleri ön plana çıkartmaktadırlar. Örneğin, Çevre ve Orman Bakanlığı’nda aynı işi yapıp aynı meslek grubuna dahil olan fakat farklı kadrolarda çalıştırılan, kadrolu Mühendis, kadrolu uzman/uzman yardımcısı ve sözleşmeli mühendis.
9- Yine kamu emekçileri arasında aynı işi yapan aynı kadroda çalıştırılan farklı meslek gruplarının farklı özlük hakları bulunmaktadır. Örneğin, yine Çevre ve Orman Bakanlığı’nda uzman/uzman yardımcısı kadrolarında biyolog, kimyager, kimya mühendisi, çevre mühendisi ve orman mühendislerinin çalışması.
10- Kurum içi yönetsel atamalar sınavla değil idari-iktidar yakınlığı üzerinden yapılmakta, bu durum çalışan teknik personel açısından sorun yaratmakta iken, diğer taraftan uygulanan politikalarda da kamu hizmetinden ziyade iktidar ve yandaşlarına hizmet biçimine dönüşmektedir.
11- Özel sektörde;
a. Esnek çalışma, haftalık 70 saati bulan ve karşılığı ödenmeyen fazla çalışma saatleri,
b. Sigorta primlerinin, aldığı ücret üzerinden değil asgari ücret üzerinden yatırılması,
c. Sigortasız çalıştırma,
d. Sözleşmesiz çalıştırma ve/veya sözleşmelerde iş tanımının yapılmaması
e. Kamuda istihdamın daraltılması nedeniyle sistemin yarattığı işsiz mühendis ordusunun, yedek işgücü olarak çalışanlar üzerinde patron tarafından baskı unsuru olarak kullanılması
f. Yıllık iznin ve/veya hastalık durumlarında verilen raporun kullanılamaması ya da iznin tamamının alınamaması şeklinde izin/rapor haklarında yaşanan gasplar gibi sömürünün daha yaygın olduğu bir süreç yaşanmaktadır.
12- Diğer taraftan TMMOB’ye bağlı Oda’ların kurum temsilcilerinin kim olduğu birçok teknik eleman tarafından bilinmemektedir. Oda-Temsilci-Üye arasında boşluk oluşmuştur.
13- Birçok teknik eleman, ilgili odalarının çalışmaları hakkında bilgi edinemediklerini belirtmiştir ve bu durum Oda etkinlik ve eylemlerine katılım konusunda sorunlu bir hal almıştır.
Sonuç olarak; Mühendislerin yaşadığı en önemli sorunların temelinde, Türkiye’nin bağımlı yapısı ve sermaye ilişkileri bulunmaktadır. Ülkemiz, bilim ve teknoloji üretememekte, sanayileşememekte, kaynaklarının önemli bir bölümünü değerlendirememekte ve mevcut kaynaklarını yabancı sermayenin yağmasına açmaktadır. “Devletin küçültülmesi” politikaları ile gerçekleştirilen, “özelleştirme”dir. Yani, Kamu, Kurum ve Kuruluşlarının işlevsizleştirilmesi, hizmetlerin taşeronlaştırılması, ücretli ve işsiz mühendis/mimar ve plancılar açısından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
Bugün, işçi sınıfının diğer kesimleri gibi ücretli çalışan/işsiz mimar, mühendis ve plancılar da, aralarında çıkar farklılaşması yaratmaya yönelik uygulamalarla (kadrolu-sözleşmeli, “yetkin” olan-olmayan, “uzman” olan-olmayan vb.) karşı karşıyadır. Ücretli teknik elemanlar için çalışma koşullarından ücretlendirmeye kadar değişken farklı statüler yaratılarak bir nevi ücretli kesim içerisinde parçalanma yaratılırken diğer taraftan işsiz teknik elemanlar açısından istihdamda ciddi bir daralma yaratılmaktadır.
Çalışma süresinin günde 8 ve haftada 40 saatle sınırlandırılması, işçi sınıfının geçmişteki en önemli kazanımlarından biridir. Ancak bugün, ücretli çalışan ve işsiz mühendis ve mimarlar ile işçi sınıfının diğer kesimlerinin en önemli ortak sorunlarından biri, çalışma sürelerinin giderek uzatılmasıdır. Özellikle özel sektörde, küçük ölçekli projeci mühendislik ve mimari branş bürolarında “esnek çalışma” adı altında, ya da bazen ismi bile konulmadan, fazla mesai ödemesi olmayan, yer yer 12 saati bulan mesailer, neredeyse gündelik iş hayatının rutin bir parçasıdır. Çoğunlukla birkaç yıllık mezun meslektaşların yer yer bilinç eksikliği, yer yer ekonomik mecburiyetlerle tamah ettikleri bu durum, kamuda çalışma koşullarının da siyasal iktidarlar tarafından hızla yok edilmesiyle, alternatifsizliğe doğru gitmektedir. Bu küçük işletmelerde çalışan sayılarının azlığı, denetiminin zorluğu, en ufak tepki karşısında, sistemin yarattığı işsiz mühendis/mimar ordusunu ucuz ve yedek işgücü olarak gören ve gösteren küçük burjuva patron sınıfı, özel sektörün bu alanında örgütlenmeyi zorlaştırmakta, çalışanı bireyciliğe endekslemektedir. Fazla mesai ücreti ödensin ya da ödenmesin, uzun çalışma süreleri, sadece üretim kalitesinin düşmesine değil, fakat aynı zamanda sömürünün yoğunlaşmasına ve işsizliğin artmasına yol açmaktadır.
Kadın mühendis, mimar ve plancıların yaşadığı özel sıkıntılar da, camianın genel sıkıntılarından ayrı tutulamaz. Toplumsal değer yargılarıyla çoğu kez dillendirilmeyen taciz, doğum izinleri nedeni ile haksız ücret kesintileri, işin içeriği gerektirmese de evli/bekar çalışan ayrımı veya aynı koşulda ücret farklılıkları mimar, mühendis ve plancıların genel sorunlarından bağımsız değildir.
Sermaye ilişkilerinden bağımsızlık, ücretli çalışan ve işsiz mimar/mühendis ve plancıların en temel maddi çıkarlarının savunulabilmesi için de zorunludur.
Bu tablo değiştirilmeden, mühendislerin temel sorunlarının çözülmesi de mümkün olamayacaktır. Bu tabloyu değiştirecek olan güç, işçi sınıfının tüm bileşenlerinin birlikte vereceği mücadele olacaktır. Ücretli mühendisler de bu mücadelenin parçası olarak yerlerini alacaktır. Bugün Türkiye’de mühendislerin ilk yapmaları gereken bu durumu kabullenmemek ve hem meslek alanlarına hem de ülkelerine sahip çıkmaktır.
Atölye 7 olarak çalışma yaşamında karşılaşılan sorunların çözümüne ücretli çalışan/işsiz mühendis, mimar ve plancıların neden işçi sınıfının bir parçası olduğu sorusuna yanıt verilerek başlanmıştır.
Ücretli Çalışan/İşsiz Mühendis, Mimar ve Plancılar İşçi Sınıfının Parçasıdır.
Bu başlıkta yanıt aramak için önce işçi sınıfının tanımından başlamak gerekir. Basitçe yani en temelde, işçi sınıfı emeğiyle para kazanan, sermayeye ve/veya üretim araçlarına sahip olmayan sınıftır. Mühendis, mimar ve şehir plancılarına baktığımızda ülkemizde %80 kadarının emeğiyle para kazananlar grubuna girdiği görülmektedir. Ne sermayeye ne de üretim araçlarına sahiptirler. İşçi sınıfının doğrudan parçasıdırlar.
Günümüzde bilimsel üretimin/uygulamanın belkemiğini oluşturan bilim insanları, mühendisler, çeşitli yöntemlerle aslında organik bir parçası oldukları işçi kimliğinden/sınıfından koparılmaya çalışılmaktadır.
Üretim ilişkilerinde tuttukları yer açısından, mühendisler ile işçi sınıfının diğer kesimleri arasındaki farklar giderek önemsizleşmektedir. Büyük şirketlerin üst yönetim kademelerine yükselen ve mühendislerin azınlığını temsil eden kesimi bir yana bırakırsak, diğer teknik elemanlar ve işçiler gibi mühendislerin de ücretleri düşürülmekte, çalışma süreleri uzatılmakta ve düzensizleştirilmekte, yararlandıkları güvenceler sınırlandırılmaktadır. Ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte mühendislerin de ücretleri yoksulluk sınırının altına düşmüştür. İşsizlik, mühendisler için de ciddi bir soruna dönüşmüştür. Az sayıdaki ayrıcalıklı üniversitenin iyi bölümlerinden mezun olanlar dışında – ki artık bu da günümüzde gerçekliğini yitirmektedir-, mühendislerin geleceğe yönelik maddi beklentileri azalmıştır.
Tüm bunlar, “okumuş” insanlar olarak mühendislerin kendilerini işçi sınıfının diğer kesimlerinden farklı gördüğü gerçeğini elbette değiştirmemektedir. Bunun bir ürünü, ayrıcalıklı olma beklentisidir. Diğer taraftan, gerçek işsizlik oranının çok yüksek, asgari ücretten daha düşük ücretlerle ve sigortasız olarak çalıştırılmanın çok yaygın olduğu Türkiye’de, yoksulluk sınırının biraz üzerinde (ve hatta biraz altında) gelire sahip olanlar, kendilerini ayrıcalıklı hissedebilmektedir. Türkiye’deki “orta sınıf ideolojisi”nin toplumsal dayanağını, büyük çoğunluğu ücretli/maaşlı çalışan ve aralarında mühendis-mimar ve plancıların da bulunduğu bu kesim oluşturmaktadır.
Sözü edilen kesimin bugünkü ideolojik yönelimleri ne olursa olsun, kapitalizmin bugünkü dinamiklerini değiştirme ve geçmiş dönemlere özgü ayrıcalıkları (makul süreli çalışma, iş güvencesi, gelişkin sosyal haklar, çalışılan yıl sayısına göre artan ücretler vb.) yeniden kazanma olasılıkları bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bugün TMMOB’nin kısmen de olsa yapmaya çalıştığı gibi, mühendislerin ayrıcalıklarını korumaya ve genişletmeye yönelik bir mücadele stratejisi izlemek, sonuç alıcı olamayacaktır. Bundan çok daha önemlisi, bu tür bir strateji, işçi sınıfını bölerek zayıf düşüren sermaye sahiplerine hizmet edecektir. “Mühendisler için asgari ücret” türü öneriler, bunları dile getirenlerin niyetleri ne olursa olsun, sınıfın birliğini zorlaştıracakları için yanlıştır.
Mühendis Mimar ve Plancılar İçin Hak Gasplarını Önlemenin En Önemli Aracı Birleşik Örgütlenme ve Birlikte Mücadeledir.
Mühendis, mimar ve plancılar, bulundukları her işyerinde, sektörde ve ülke ölçeğinde, işçi sınıfının diğer kesimleriyle birlikte örgütlenmelidir. Başta çalışma süreleri olmak üzere işçi sınıfının tüm kesimlerini ilgilendiren maddi sorunlar karşısında etkili bir mücadele yürütmenin temel koşulu, “birleşik örgütlenme”dir. Çalışma süreleri örneğinden hareket edilecek olursa, Türkiye’de giderek yaygınlaşan ücretsiz fazla mesai uygulamaları ve haftalık çalışma süresinin 45 saatin bile üzerine çıkabilmesi, ne tek tek işyerlerinde, ne sektör ölçeğinde, ne de sınıfın farklı kesimlerinin kendi başlarına yürütecekleri mücadelelerle aşılabilir. Çalışma sürelerini sınırlandırmanın tek yolu, ülke ölçeğinde yürütülecek birleşik bir mücadeledir. (Benzer bir örnek olarak, özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları nedeniyle giderek daha çok karşılaşacağımız işçi/çalışma güvenliği sorunları gösterilebilir.)
Mühendis, mimar ve plancıların diğer işçilerle birlikte örgütlenmesi, işçi sınıfının ideolojik bütünlüğünün sağlanması açısından da kritik önem taşımaktadır.
Ücretli ve işsiz mühendis, mimar ve plancıların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunların giderilmesinde TMMOB ve Bağlı Odalar;
> İşsizlik ve yoksulluğun temel nedeni olan Emperyalist bağımlılık ilişkilerine (ve bu arada emperyalist bir birlik olan AB’ye) karşı mücadele eder.
> Türkiye’nin bağımsız bir bilim ve teknoloji politikasına sahip olması gerektiğini savunur ve bu kapsamda başta AB’nin çerçeve programları olmak üzere ülkemizin ulusal önceliklerine aykırı program ve uygulamaların terk edilmesi için mücadele eder.
> Ülke kaynaklarına dayalı ve planlı bir sanayileşme ve kalkınma hamlesinin örgütlenmesini savunur, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere yerli alternatifleri bulunan kaynakların ithalatına karşı çıkar.
> Özelleştirmelere karşı ve geçmişte özelleştirilmiş kuruluşların yeniden kamulaştırılması için mücadele eder, kamu kesimi yatırımlarının sanayileşme ve kalkınmaya temel oluşturması gerektiğini savunur.
> Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecine paralı hizmet üretimi yaparak katkıda bulunmaz, kamusal her tür hizmet ihtiyacının kamu kuruluşları tarafından karşılanması için mücadele ederek, kamusal alanda istihdamın artırılması yönünde çalışır.
> Gelirlerini üyelerinin aidat ve bağışlarına dayandırır, rant yaratma mekanizmalarının dışında ve karşısında durur.
>Başta üyeleri olmak üzere tüm mühendis, mimar ve şehir plancılarına yönelik olarak iş hukuku normları çerçevesinde, çalışma yasalarından kaynaklanan haklarını anımsatmak için yaygın bir kampanya yürütür. Bu konuda üyelerinin haklarını savunur, yaşanan hukuksuzlukları teşhir eder.
> Mühendis, mimar ve plancılar ile işçi sınıfının diğer kesimleri arasında mücadele birliği sağlamayı hedefler. Teknik elemanların çalıştıkları iş kolunda emeğin diğer bileşenleri ile birlikte aynı çatı altında (örneğin sendika) örgütlenmesi için çağrıda bulunur. TMMOB, bu başlıkta yürüteceği çalışmalarda, Barolar başta olmak üzere hukukçuların mesleki örgütleriyle, diğer demokratik mesleki kitle örgütleriyle ve sendikalarla işbirliği yapar.
> Çalışma saatlerinin azaltılmasıyla beraber istihdam alanında da genişleme yaşanacağını öngörür. Çalışma sürelerinin sınırlandırılmasını, öncelikli bir görev olarak görür ve işçi sınıfının diğer kesimleriyle birlikte bu konuda mücadeleyi örgütler.
> Mühendis ve mimarlar arasında ayrımcılığa yol açan her tür uygulamaya ve bu arada “yetkin/yetkili mühendislik” ve “uzman mühendislik” gibi ayrımlara karşı mücadele eder.
> Bugün var olan tablonun toplumun büyük bir kesimini oluşturan ücretli ve işsiz emekçiler lehine değiştirilebilmesinin koşulunun, bütünlüklü bir ideolojik mücadeleden geçmekte olduğunu bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder